ingilizcece.com Webutation

28 Ağu 2011

Deyimler / İdioms (C)

İngilizce deyimler-Call for Bir şeyi ya da bir kimseyi çağırmak


Call for:
1) Bir şeyi ya da bir kimseyi çağırmak
2) Alıp götürmek için uğramak
3) Gerektirmek
1- Your mother is calling for you.
Annen seni çağırıyor.
2- He is going to call for you tomorrow.
O, yarın sana uğrayacak. (Yarın seni gelip alacak.)
3- This project calls for close study.
Bu proje etraflı bir incelemeyi gerektiriyor.

Call in:

1) Uzman birine başvurmak, danışmak
2) Geri istemek
1- Her parents calls in a doctor whenever she doesn’t feel well.
Ne zaman kendini iyi hissetmese annesiyle babası doktora danışırlar.
2- He didn’t call in his books for a long time.
O, kitaplarını uzun süre geri istemedi.

Call on, call upon:

1) Uğramak
2) Yardım istemek
3) Soru sormak (sınıfta öğrenciye)
4) Bilgi istemek, konuşmaya davet
1- Don’t go anwhere, I’ll call on you tonight.
Bir yere gitme, akşama uğrayacağım.
2- I called on my friend to help me.
Arkadaşımdan bana yardım etmesini istedim.
3- The teacher tried to call on the students who seemed indifferent.
Öğretmen ilgisiz gözüken öğrencilere soru sormaya çalıştı.
4- The judge called on the witness to give evidence
Yargıç görgü tanığından kanıt vermesini istedi.

Call out:   

1) Çağırmak
2) Bağırmak
3) Yüksek sesle okumak
1- Please, call out a doctor. I don’t feel very well.
Lütfen, bir doctor çağırın. Kendimi pek iyi hissetmiyorum.
2- “Hush” she called out to him.
“Sus” diye ona bağırdı.
3- She called out the name of the winner of the song contest.
O, şarkı yarışmasının birincisinin adını yüksek sesle okudu.

Call up:

1) Telefon etmek, aramak
2) Anımsamak
1- He will call me up and tell the news, tonight.
O, beni bu akşam arayacak ve havadisleri verecek.
2- He went there to call up the days he spent with her.
O, onunla geçirdiği günleri anımsamak için oraya gitti.

Care for:

1) Bakmak, ilgilenmek
2) istemek, sevmek
3) Yardım etmek
1- He doesn’t care for his homework.
O, ödeviyle ilgilenmiyor.
2- There is no need to go skating since she doesn’t care for it.
O, sevmediğine göre paten yapmaya gitmenin hiç gereği yok.
3- He wasn’t cared for after he became wounded in the war.
O, savaşta yaralandıktan sonra yardım görmedi.

Carry on:

1) Devam etmek, yönetmek, yürütmek
2) Tartışmak
1- Although the management has changed, the project will be
carried on.
Yönetim değiştiği halde proje devam ettirilecek.
2- Mrs. Green was carrying on to the grocer about the price of the egg.
Bayan Green, bakkalla yumurtanın fiyatı için tartışıyordu.

Carry on with: 

1) Bir işi sürdürmek
2) Flört etmek
1- She doesn’t want to carry on with her job after she returns from her holiday.
O, tatilden döndükten sonra işine devam etmek istemiyor.
2- He doesn’t know that his sister is carrying on with his best
friend.
O, kızkardeşinin en iyi arkadaşı ile flört ettiğini bilmiyor.

Carry out:
Yerine getirmek, yapmak
You’ll need a lot of money in order to carry out your plans.
Planlarınızı gerçekleştirmek için çok paraya ihtiyacınız olacak Catch cold:: Üşütmek, soğuk almak
He caught cold after playing football in the rain.
O, yağmurda futbol oynadığı için üşüttü.

Catch fire:
: Tutuşmak
Lightning struck the house and it caught fire.
Eve yıldırım düştü ve ev tutuştu.

Catch on:
1) Anlamak
2) Rağbet görmek, tutulmak
1- Only a few people caught on the mysterious story he told.
Anlattığı gizemli öyküyü ancak birkaç kişi anladı.
2- He is beginning to catch on with his new song.
O, yeni şarkısı ile tutulmaya başladı.

Catch out:
Yakalamak, gafil avlamak
It is impossible to catch John out cheating.
John’u kopya çekerken yakalamak imkânsızdır.

Catch up (with):

1) Koşup yetişmek
2) Kaybedilen zamanı kapamak, yetişmek
3) Kapmak
1- He tried to catch up with leading group.
O, önde giden gruba yetişmeye çalıştı.
2- She soon catches up with the class.
O, kısa sürede sınıfın seviyesine yetişir.
3- He caught up a stone and trew it at the thief.
O, bir taş kaptı ve hırsıza fırlattı.

Change one’s mind:
: Fikrini değiştirmek
I changed my mind and decided not to go to the party.
Fikrimi değiştirdim ve partiye gitmemeye karar verdim.

Charge with:
Suçlamak
She was charged with theft.O, hırsızlıkla suçlanıyordu

Check in:
(bir otel, uçak... v.b.) kaydını yaptırmak
She checked in the hotel after 4 o’clock.
O, saat 4’ten sonra otele kaydını yaptırdı.

Check on:
Soruşturmak, araştırmak
He checked on the new employee.
O, yeni eleman hakkında araştırma yaptı.

Check out:
(Otelden... v.b.) ücretini ödeyip ayrılmak
He checked out in the morning.
O, sabah ayrıldı (otelden).

Check up:
Kontrol etmek
He checked up the figures to see the mistake.
O, hatayı bulmak için rakamları kontrol etti.

Cheer up:
Neşelenmek, üzülmemek
She was cheered up with the good news.
O, iyi haberi alınca neşelendi.

Chop up:
Parçalara ayırmak, doğramak
The butcher chopped up the meat.
Kasap eti küçük parçalara ayırdı.

Clean out:
Boşaltmak, boşaltıp temizlemek
Please clean out your drower.
Lütfen çekmecenizi boşaltıp temizleyin.

Clean somebody out:
Meteliksiz bırakmak, bütün parasını almak
I cleaned him out at poker.
Pokerde bütün parasını aldım.

Clean up:

1) Temizlemek, düzeltmek
2) Suçlulardan temizlemek
1- It took a lot of time to clean up the room after guests left.
Misafirler gittikten sonra odayı temizlemek çok zaman aldı.
2- It is not easy to clean up the city.
Kenti suçlulardan temizlemek o kadar kolay değil.

Clear away:

1) Ortadan kaldırmak, derleyip toplamak
2) Açılmak
1- Please clear away your books.
Lütfen kitaplarınızı ortadan kaldırın.
2- The clouds cleared away and the sun began to shine.
Bulutlar açıldı ve güneş parlamaya başladı.

Clear off:

1) Çekilip gitmek, terketmek, toz olmak
2) Boşaltmak
1- When the cat came, all the mice cleared out.
Kedi gelince bütün fareler toz oldu.
2- It took a lot of time to clear out all the drowers.
Bütün çekmeceleri boşaltmak çok zaman aldı.

Clear up:
Açmak (hava)
Don’t worry, it will soon clear up.
Tasalanma, yakında hava açacak.

Clear something up:

1) Tertiplemek, düzene koymak, temizlemek
2) Aydınlatmak, çözümlemek
1- Before I go, I will clear up my desk.
Gitmeden önce sıramı düzene koyacağım.
2- The robbery is not cleared up yet.
Soygun halâ aydınlanmadı.

Climb up:
Tırmanmak
We felt the fresh air as we climbed up the mountain.
Dağa tırmandıkça temiz havayı hissettik.

Climb down:

1) Aşağı inmek
2) Fikrini değiştirmek, yelkenleri suya indirmek
1- He climbed slowly down the stairs.
O, merdivenlerden yavaşça aşağı indi.
2- He climbed down when he saw that he had been wrong.
O, hatalı olduğunu anlayınca fikrini değiştirdi.

Close down:
Üretimi durdurmak
The factory was closed down because of lack of money.
Para darlığı nedeniyle fabrikanın üretimi durduruldu.

Close in:
Günlerin kısalması, karanlık basması
I am happy that the days are not closing in.
Günler kısalmadığı için mutluyum.

Close in (upon) on:

1) Kuşatmak
2) Hücum etmek, saldırmak
1- The fog close in on us.
Sis bizi kuşattı.
2- The wolfes closed in upon the sheep.
Kurtlar, koyunlara saldırdı.

Close up:
Geçici bir süre için kapatmak
When he was going on a summer holiday he closed up his office.
O, yaz tatiline giderken bürosunu geçici bir süre için kapattı.

Close upon:
Yaklaşık olarak, hemen hemen
There were close upon two thousand spectators in the match.
Maçta yaklaşık olarak iki bin seyirci vardı.

Come about:
Olmak, vuku bulmak
Do you know how the theft came about?
Hırsızlığın nasıl olduğunu biliyor musunuz?

Come accross:
Rastlamak, karşılaşmak
I came accross an ancient city while I was travelling.
Seyahatım esnasında eski bir kente rastladım.

Come along:

1) Çabuk olmak
2) ilerlemek, gelişmek
3) Gelmek, görünmek
1- Come along, we’re late to school.
Çabuk ol, okula geç kaldık.
2- His work is coming along.
Onun, işi gelişiyor.
3- John is waiting for a chance to come along.
John, şansın kapıyı çalmasını bekliyor.

Come along with
: Beraber gelmek
She is coming along to the movies with us.
O, sinemaya bizimle geliyor.

Come along in:
işlerin gidişi, gelişimi
He is coming along in his work well.
işi iyi gidiyor. (işi iyi gelişiyor.)

Come back:

1) Geri gelmek
2) Hatırlamak
1- “Please come back to me” he said looking behind her.
Arkasından bakarak “lütfen bana geri dön” dedi.
2- Her memories in the little garden, came back to her mind.
Onun, küçük bahçedeki anıları aklına geldi.

Come between:
iki kişinin arasına girmek
Please don’t come between me and my work.
Lütfen benim ile işimin arasına girme.

Come by:

1) Uğramak, gelmek
2) Elde etmek (çaba göstermek)
1- I may come by for five minutes.
Beş dakikalığına uğrayabilirim.
2- Success needs determination to come by.
Başarıyı elde etmek için azim gerekir.

Come down:

1) Çökmek, yıkılmak
2) inmek, düşmek (yağmur, kar, fiyatlar, ısı... v.b.)
1- The old ceiling came down with a great noise.
Eski tavan büyük bir gürültü ile çöktü.
2- I don’t think the price of the gold will come down.
Altın fiyatının düşeceğini sanmıyorum.

Come down on somebody:
Eleştirmek, azarlamak
Her mother came down her when she broke the window with her ball.
Topuyla camı kırınca annesi onu azarladı.

Come down on somebody:
Para istemek
The accountant came down on the man for paying his debt.
Muhasebeci, adamdan borcunu ödemesini istedi.

Come down to:
........e kadar gelmek
Her sleeves come down to her elbow.
Onun, elbisesinin kolları dirseğine kadar geliyor.

Come down to earth:
Gerçeği anlamak
When he saw that all his grades were falling, he came down to earth.
O, bütün notlarının kırık olduğunu görünce, gerçeği anladı.
Come from: ....... den gelmek
I come from a planet a long way from here.
Buradan çok uzakta bir gezegenden geliyorum.

Come in useful:
işe yaramak
That empty notebook may come in useful one day.
Bu boş defter bir gün işe yarayabilir.

Come near:
......... mek üzere olmak, neredeyse
I was angry with her so much that I came near fighting her.
Ona öyle kızmıştım ki, nerdeyse onunla kavga edecektim.

Come of:
Sonuç çıkarmak, sonuç almak
Nothing comes of this monkey business.
Bu dalavereli işten hiç bir sonuç çıkmaz.

Come of age:
Yasal sorumluluk yaşına erişmek
She began to live alone when she came of age.
O, yasal sorumluluk yaşına eriştiği zaman yalnız yaşamaya başladı.

Come off it:
Açık konuşmak
Oh, come off it! How was the meeting?
Oh, açık konuş! Toplantı nasıldı?

Come off:

1) Ayrılmak, kopmak
2) Düşmek
3) inmek
4) Olmak, gerçekleşmek
5) Başarmak
1- When the button at the back of my blouse came off, I didn’t know what to do.
Bluzumun arkasındaki düğme kopunca ne yapacağımı bilemedim.
2- She came off her horse and broke her arm.
O, atından düşüp kolunu kırdı.
3- Before climbing a wall please think how you’ll come off it.
Duvara tırmanmadan önce lütfen nasıl ineceğinizi düşünün.
4- When is your trip to Vienna coming off?
Viyana’ya seyahatiniz ne zaman gerçekleşiyor?
5- The marriage did not come off.
Evlilik başarılı olmadı.

Come on:

1) Haydi
2) ilerlemek, gelişmek
3) Başlamak, gelmek
4) izlemek, daha sonra gelmek
5) Sahneye çıkmak, piyeste oynamak
1- Come on! Let’s go to the movies.
Haydi! Sinemaya gidelim.
2- My new garden is coming on well.
Yeni bahçem iyi gelişiyor.
3- I think storm is coming on.
Fırtınanın geleceğini sanıyorum.
4- I’ll come on later with the kids.
Ben çocuklarla daha sonra geleceğim.
5- “A midsummer night’s dream” will be coming on soon.
“Bir yaz gecesi rüyası” temsili yakında oynanacak.

Come out:

1) Görünmek, meydana çıkmak
2) Greve gitmek
3) Yayımlanmak
4) Çıkmak
5) Ortaya çıkmak, açıklanmak
6) Sınavda bir derece elde etmek
1- I woke up when the sun came out.
Güneş doğduğunda uyandım.
2- They will come out again if they can’t agree with the boss.
Patronla anlaşamazlarsa tekrar greve gidecekler.
3- His second book is coming out soon.
Onun ikinci kitabı yakında yayımlanıyor.
4- She usually comes out well in photography.
O, genellikle fotoğraflarda iyi çıkıyor.
5- She was very ashamed when her secret came out.
O, sırrı ortaya çıkınca çok utandı.
6- He came out first in the math. exam.
O, matematik sınavında birinci oldu.

Come out in:
Leke, sivilce, kabarcık... v.b. çıkması (dökmek)
The little boy came out in spots.
Küçük çocuğun cildinde sivilceler çıktı.

Come out of:
Sonuç almak
Nothing came out of this meeting.
Bu toplantıdan hiç bir sonuç alınamadı.

Come out with:
Söylemek, anlatmak
He came out with a story but I did not believe.
O, bir hikâye anlattı fakat ona inanmadım.

Come over (to):

1) Gelmek
2) Taraf ya da fikir değiştirmek
3) Etki altında kalmak, bir duyguya kapılmak
1- Why don’t you come over to my house?
Neden evime gelmiyorsunuz?
2- We tried to persuade her to come over to our side.
Bizim tarafa geçmesi için onu ikna etmeye çalıştık.
3- Fatigue came over to her.
Üzerine yorgunluk çöktü.

Come round:

1) Dolaşarak gelmek
2) Ziyaret etmek
3) Fikir değiştirmek, razı olmak, kanmak
4) Kendine gelmek, ayılmak
1- We want to come round by the seaside.
Deniz kenarından dolaşarak gelmek istiyoruz.
2- I can come round tomorrow.
Ziyaret etmeye yarın gelebilirim.
3- He didn’t give permission at first but then he came round.
O, ilk önce izin vermedi ama sonra razı oldu.
4- It took a lot of time for her to come round.
Kendine gelmesi çok zaman aldı.

Come through:

1) iyileşmek, şifa bulmak
2) Ulaşmak (telsizle, telefonla...)
3) Başarıya varmak
1- It was a serious disease, but she came through.
Ciddi bir hastalıktı, fakat iyileşti.
2- The message has just came through.
Mesaj daha henüz ulaştı.
3- I think he will come through that exam too.
Kanımca bu sınavı da başarı ile verecektir.

Come to:

1) Kendine gelmek
2) Hatırlamak, aklına gelmek
3) Tutmak, etmek
1- She fainted, but after a while she came to her senses.
O, bayıldı, fakat bir süre sonra kendine geldi.
2- I hope all the things I forget will come to me in the exam.
Unuttuğum şeylerin sınavda aklıma geleceğini umarım.
3- The bills came to a big amount.
Faturalar büyük bir miktar tuttu.

Come to a decision:
Bir karara varmak
At last we came to a decision and declared the meeting closed.
Sonunda bir karara vardık ve toplantıya son verdik.

Come to an end:
Bitmek, sona ermek
I never want the holidays come to an end.
Tatillerin bitmesini hiç istemiyorum.

Come to a point:
Sadede gelmek
Come to the point please, what do you want to say?
Lütfen sadede gelin, ne demek istiyorsunuz?

Come true:
Gerçekleşmek
I want to live long enough to see my dream comes true.
Hayalimin gerçekleştiğini görebilecek kadar uzun yaşamak istiyorum.

Come up:

1) Meydana çıkmak, oluşmak
2) Öne sürmek, ele almak
3) Yukarı gelmek
4) Toprağın üzerine çıkmak (tohum, bitki gibi)
1- This idea came up as we were talking.
Bu fikir konuştuğumuz sırada oluştu.
2- The matter hasn’t come up yet.
Mesele henüz ele alınmadı.
3- Come up, dinner is ready!
Yukarı gelin, yemek hazır!
4- The flowers in the garden are coming up slowly.
Bahçedeki çiçekler yavaş yavaş toprağın yüzüne çıkıyor.

Come up against:
........ le karşılaşmak
She must not come up against all that difficulties.
O, bütün bu zorluklarla karşılaşmamalıdır.

Come up to:

1) Varmak, ........... e kadar gelmek
2) .......... e-a doğru
3) Eşit olmak
1- The height of the boy came up to my waist.
Çocuğun boyu belime kadar geldi.
2- He has gone up to town.
O, kasabaya doğru gitti.
3- His studies didn’t come up to his grades.
Onun çalışmaları notları ile eşit değildir.

Come up with:

1) Üretmek, bulmak
2) Öneri getirmek
3) Yetişmek, ulaşmak
1- I was the only person who came up with the right answer.
Doğru cevabı bulan kişi bendim.
2- I wonder what she will come up with next.
Gelecek defa hangi öneriyi getireceğini merak ediyorum.
3- We came up with the leading group.
Öndeki gruba yetiştik.

Come upon:
Bir talepte bulunmak
She came upon her father for permission to work.
O, babasından çalışmak için izin istedi.

Correspond with:

1) Uymak
2) Yazışmak, haberleşmek
1- Your answer doesn’t correspond with the questions.
Cevabınız sorulara uymuyor.
2- I am corresponding with a lot of pen friends.
Bir çok mektup arkadaşı ile yazışıyorum.

Correspond to:
Benzeri olmak, eşit olmak
Your strenght corresponds to the strenght of that little boy.
Kuvvetin şu küçük çocuğun gücü ile eşit.

Count in:
Hesaba katmak, saymak
You can count me in on the deal.
Pazarlıkta beni de hesaba katabilirsiniz.

Count on:
Güvenmek, inanmak
You can count on me to lend you some money.
Size biraz borç para vereceğime güvenebilirsiniz.

Count out:

1) Teker teker saymak
2) Hesaba katmamak
1- She counted out the money and gave it to the grocer.
O, parayı teker teker saydı ve bakkala verdi.
2- Count me out if you still want to climb up the mountain.
Halâ dağa tırmanmak istiyorsanız, beni hesaba katmayın.

Count up:
Toplamını bulmak, hesap etmek
Count up the number of times she has failed to bring my book.
Kitabımı getirmeyi kaç kez unuttuğunu hesap edin.

Cross out:
Silmek, çizmek, iptal etmek
The teacher looked for mistakes to cross out.
Öğretmen çizmek için yanlışlar aradı.

Crowd around:
Çevresinde toplanmak
Everybody crowded around her when she fainted.
Bayıldığı zaman herkes etrafında toplandı.
Crowd into: içeriye dolmak
Everybody crowded into the shop when it began to rain.
Yağmur başlayınca herkes dükkâna doldu.

Cut down:

1) Kesmek ve yere düşürmek
2) Kısmak, azaltma yapmak
3) Fiyat indirmek
4) Kısaltmak
1- The trees were cut down wildly.
Ağaçlar acımasızca kesildi.
2- You had better cut down your expenses.
Masraflarınızı kıssanız iyi olur.
3- The grocer cut down the prices of all his goods.
Bakkal bütün mallarının fiyatlarını indirdi.
4- Why don’t you cut down your composition to 1000 words?
Kompozisyonunuzu neden 1000 kelimeye kadar kısaltmıyorsunuz?

Cut down on:
Tüketimini azaltmak
He has tried his best to cut down on cigarettes.
Sigarayı azaltmak için elinden geleni denedi.

Cut in:

1) Sözünü kesmek
2) Arabayla, birden, başka arabanın önüne geçmek
1- It is rudeness to cut in when somebody is talking.
Biri konuşurken sözünü kesmek terbiyesizliktir.
2- I try to drive cerafully when a car cuts in.
Bir araba birden önüme geçince arabamı dikkatli sürmeye çalışırım.

Cut into:
Keserek parçalara ayırmak
I cut the cake into four pieces.
Keki dört parçaya ayırdım.

Cut off:
Kesip atmak, ayırmak
The machine cut off his finger.
Makine parmağını kopardı.

Cut out:

1) Bozulmak
2) Bırakmak, vazgeçmek, vazgeçirmek
3) Çıkarmak
1- We couldn’t set off when our engine cut out.
Motorumuz bozulduğu için yola çıkamadık.
2- If you want to lose weight cut out bread.
Zayıflamak istiyorsan, ekmeği bırak.
3- If you cut out some unnecessary paragraphes your composition will be better.
Eğer gereksiz bazı paragrafları çıkarırsanız komposizyonunuz daha iyi olacak.

Cut short:

1) Sözünü kısa tutmak
2) işini kısa tutmak
1- When the rain began to fall she cut her speech short.
Yağmur başlayınca konuşmasını kısa kesti.
2- We had to cut our trip short when the money run out.
Para bitince seyahatimizi kısa kesmek zorunda kaldık.

Cut it short:
Sözün kısası
To cut it short, life is worth living.
Sözün kısası, hayat yaşamaya değer.

Cut up:

1) Parçalamak, doğramak
2) Üzmek, etkilemek
3) Eleştirmek, kusurlarını belirtmek
1- She cut up the meat and gave them to the cat.
Eti parçaladı ve kediye verdi.
2- His grades cut up his parents.
Onun, notları, annesi ile babasını üzdü.
3- Her first novel has been cut up badly.
Onun, ilk romanı kötü bir şekilde eleştirildi.

Cut up into:
Kesilebilir olmak
You can cut up this cloth into two dresses.
Bu kumaştan iki elbiselik kesebilirsiniz.

Cut up rough:
Öfkelenmek, hiddetlenmek
He may cut up rough when he learns your grades.
O, notlarınızı öğrendiğinde öfkelenebilir.

Cut up well:
Zengin, varlıklı, değerli v.b. olmak
Once upon a time she cut up well.
O, bir zamanlar zengindi.




0 yorum:

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | coupon codes